BORGMAN
66. Cannes Film Festivali yarışma bölümü filmlerinden, Alex Van Warmerdam’ın “Borgman”nını izleme fırsatı
buldum.
Festival açılış gününden beri aralıksız devam eden yağmur, bugün biraz
güneşe izin vermişti. Bu sene artık bir festival klasiği haline gelen yağmur
adeta festivalin ruhunu da yağmıştı sanki. Kendi festival tarihimin en isteksiz
yılı olduğunu söyleyebilirim. Saatlerce kuyrukta bekleyerek izlediğim filmler
aklıma geldikçe, adını yeni duyduğum bu Hollandalı yönetmenin filmiyle
karşılaşmak için, içimde yeterince heyecan uyanmaması beni rahatsız ediyordu.
Kendimi filmin akışına bırakıp ardından da hissettiklerimi yazmak istiyordum.
38 yıldır ilk kez bir Hollandalı yönetmenin yarışmaya katılıyor olması ve
yönetmenin filmlerinden birinin daha önceki yıllarda “Belirli Bir Bakış” bölümünde yer aldığı
bilgisi dışında filmle ilgili tüm bilgiye kendimi kapamıştım.
Sadece gördüklerimi ve hissettiklerimi yazmak niyetindeyim. Hala filmi
sindirip bir yere koyabilmiş değilim. Konusunu hayli baştan çıkarıcı ve cesaret
dolu buldum. Öz itibari ile tam bir içimizdeki şeytanın açığa çıkma durumu
olarak adlandırılsa da, bir nevi cennet-cehennem ikilemi de yaratılmış havası
vardı.
Filmin başlangıcı, sonunun nasıl bağlanacağı konusunda hiç bir ipucu vermiyordu.
İçlerinden biri rahip olan üç adam, yerin altında yaşayan Borgman’nın (Jan Bijvoet)sığınağını yerle bir ediyor. Bir anlamda olaylar
örgüsünün başlaması için düğmeye basıyorlardı. Kovalayan adamlar içinde bir din
adamının olması, ayrıca elinde yer alan ve oradaki silahların en güçlüsü
tüfeğin varlığı bir şeytan kovalama öyküsünün orta yerinde bırakıyordu sizi. İlk
dakikalara yayılan kovalamaca ve hareket gizemli bir yabancı olarak kapıları
çalmaya başlayan Borgman’nın filmin ilk bölümlerine bir dinamik kazandırıyordu.
Filmi bu anlamda kara komedi olmaya taşıyanlar da bu unsurlar olsa gerek. Ama
filmin akışının bu hızla ve yarattığı bu esprili havayla devam etmediğini
şimdiden belirtmek gerekir.
Aslında tesadüfen seçilmiş bir ev ve tesadüfen içine girilmiş bir hayat
gibi dursa da, meçhul yabancı “evinizde duş alabilir miyim?” diye sorarak
kapıyı çaldığında, modern evin sahibesi (Hadewych
Minis) bakışları ile şeytanı geri çevirememişti. Kocasının (Jeroen
Perceval) şiddet uygulayarak
kovduğu yabancının, bir gün hayatını nasıl allak bullak edeceğini bilmeden
içindeki merakın kurbanı oldu.
Buraya kadar kurulan denklem aslında çok basit. Kuzey sinemasının karanlığı
ve mekanlarını tercih etmeyen ruhum açısından bile iyi bir başlangıç olabilir.
Zaten yağmurdan sırılsıklam olmuş algılarım için, bir akdeniz kasabasının en
zengin ailesinin güzel kızını ayartmaya çalışan bahçivan kılığına girmiş bir
şeytan daha çok yaratıcı olacaktı. Hijyen ve mesafe ile yapılanmış modern ve
sanatçı bir anne, kariyer hırsını ve gizli şiddet eğilimi vurgulanmış bir baba,
güzellik ve gençlikle taçlandırılmış bir çocuk bakıcısı, anne ve baba ile
bağları sanki sadece okula gitmelerinin organizsayonu gibi hissettirilen ve
hissizleştirilmiş üç düzgün çocuk. Günümüzde hiç de yabancı olmadığımız modern
ve kendine yabancılaşmış aile yapısı...Aile büyük bir uyum ve mutluluk içinde
adete cennette yaşıyor gibi. Tabi bu görünen kısmı. Babanın şiddete eğilimi,
annenin sanatçı kimliğine sığınıp çocuklarına bile uzaklaşması ve içinin
derinliklerinde aradığı ama ne olduğunu bulamadığı huzursuzluğu, çocukların
belirsizliği, bakıcının ezilen tutumu karşısında içten içe diş bileyen
bakışları..
Ve bu ailenin içine iki ve hatta sonrasında üç masum insanı bile kurban
ederek dahil olmaya çalışan bahçivan kılığında bir şeytan.
Sonra kadın bu şeytanla oyun oynama anlaşması yapıyor adeta. Borgan kalmak
istiyor, kadın zaten adamı gönderemiyor. Güneşli bir günde kapılarını çalan bu
yabancı hem evlerinde, hem de kadının kafasında tehlikeli bir saklambaç oyununa
başlıyor. Oyunun kuralları da, kazananı da taa başından belirli. Ama kadın
ısrarla bu saklambaç oyununda yer almak istiyor. Kocasının sınırlarını
denediğini düşünse de, aslında tüm ikilemleri kendi içinde.
Alex van Warmerdan, işte burada yönetmen olarak kontrolünde olan filminde
oyunculuğuna da yer veriyor ve kendine şeytanın yardımcılarından biri rolünü
biçerek, iki kadın ve iki erkekten oluşan kadrosuyla mutlu yuvaya sızan
Borgman’nın planını adım adım gerçekleştirmesine yardımcı oluyor.
Önceleri evin içinde gizli misafirken yavaş yavaş ailenin kararlarına
hükmedebilen bir çalışana dönüşüyor. Ekibi ile bahçeyi ayinsel bir gösteriye
hazırlarken, aile de içten içe dağılmaya başlıyor. Kadın ve erkek
birbirlerinden şüphelenecek kadar kırmaya dökmeye başlıyorlar hayatlarını.
Kadın rüyalarında tutkularında Borgman ve kocasını karşılaştırıyor. Çocuklar bu
oyunun hep dışında, hem içindeler.
Filmin ortalarında çıkan şiddet ve cinayetlerin oluş şeklinin estetikten
yoksunluğunun bende biraz hayal kırıklığı yarattığını söylemeden geçemeyeceğim.
Çocuklardan birini de bu cinayetlerden birine alet edilmesi, masumiyet ve
çocukluğun sorgulanmasının yanı sıra, ayısının içine toprak doldurduğu için
kendisine şiddetle kızan annesine bir başkaldırı olarak da algılanabilir.
Kurbanların tamamen masum insanlardan oluşması, kafalarda oluşan şeytan mı
– yoksa gizli bir kurtarıcı dengesini tamamen alt üst ederek sona doğru
yaklaştıkça film, ısrarla içimizdeki kötülüğe ve onun hedefe ulaşmak konusunda
ne kadar zarar verebilecek kadar acımasız olabilişine yaklaştıkça izleyicinin
de iç hesaplaşması bitiyordu. En azından bunu kendi adıma söyleyebilirim. Evet
aslında bir kurtarıcı olabilirdi, mutluluk oyunu oynayan bir aileyi aslında
mutsuz olduğuna inandırıp ortada bırakabilirdi. Film ve Borgman daha zorlu bir
yola giriyor, sonlara doğru ev sahibesinin isteği ile yok oluş başlıyor.
Tüm ayrıntılara girildiğinde ve baştan sonra ele alındığında şeytanla
yapılan gizli bir anlaşmanın, ki bunun temelde edebiyat ve sinemada çok yaygın
işlenebilen bir konu olduğu düşünülürse içsel uçurum yaşayan bir kadının
çevresinde gelişmesi şeklinde kısa bir özetle verebilmeyi isterdim. Ama filmin
kara mizahi yapısı, oyunculuklardaki beni çarpmayan donukluk, filmin hakim
rengi açısından ben de bir çok belirsiz bırakarak bu yazıyı kaleme aldırdı.
Yönetmen ve oyuncuları daha önce takip etmemiş olmamın verdiği bilgisizlikle
fazla yorum yapmak konusunda kararsız kalıyorum. Ama festivalin yarışma
filmleri bölümüne seçilmiş bir film olarak biraz yavan buldum. Başka bir başlık
altında izlemiş olsaydım gerekçelerimi de sıralayarak farklı bir bakış
açısından bakabilirdim ama bu hiç beklentisiz ve yorumsuz gittiğim bu film beni
kesmedi. O nedenle bu kadar uzun ve karmaşık bir şekilde, belki de yazarak
anlamaya çalıştığım için sizi bu kadar yordum.
Kısaca bugün yağmur yoktu ama galiba o yağan bulutlar hala havadaydı ve ben
daha festival havama girememiştim....
SunA.K.
Grasse/19.05.2013
BORGMAN
CANNES FESTIVAL SAYFASINDAN
Production
(Netherlands-Belgium-Denmark) A Fortissimo Films presentation of a Graniet
Film production in association with Epidemic, Angel Films. (International
sales: Fortissimo Films, Amsterdam.) Produced by Marc van Warmerdam.
Co-producers, Eurydice Gysel, Koen Mortier, Mogens Glad, Tine Mosegaard.
Crew
Directed, written by Alex van Warmerdam. Camera (color, widescreen, HD),
Tom Erisman; editor, Job ter Burg; music, Vincent van Warmerdam; production
designer, Geert Paredis; set decorator, Peggy Verstraeten; costume designer,
Stine Gundmundsen-Holmgreen; sound (Dolby Stereo), Peter Warnier; visual
effects supervisor, Dennis Kleyn; visual effects, Planet X FX; line producer,
Berry van Zwieten; associate producer, Jan Vrints; assistant director, Willem
Quarles van Ufford; casting, Annet Malherbe.
With
Hadewych Minis, Jan Bijvoet, Jeroen Perceval, Sara
Hjort Ditlevsen, Elve Lijbaart; Dirkje van de Pijl, Pieter-Bas de Waard, Eva
van de Wijdeven, Annet Malherbe, Tom Dewispelaere, Mike Weerts, Gene Bervoets,
Ariane Schluter, Pierre Bokma, Alex van Warmerdam. (Dutch, English dialogue)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder